27 Aralık 2015 Pazar
American History X
Geçmişin Gölgesinde 1998 ABD yapımı bir dram filmidir.Filmin başrol oyuncuları Edward Norton ve Edward Furlong filmin bu kadar ses getirmesinde en önemli etkenlerdendir.Film 1990ların ortasında Venice'te yaşayan Derek ve kardeşi Danny'nin hikayesini anlatmaktadır.Çok zeki bir öğrenci olan Derek babasının siyahi bir uyuşturucu tarafından öldürülmesi sonucu Neonazi olma yolunda büyük adımlar atmış ve bir Neonazi çete liderinin sağ kolu olmaya kadar yükselmiştir.Derek'in böyle olmasında babasının siyahilere bakış açısı da oldukça fazladır...Derek hiçbir şeyi önemsemeyen sadece siyahilere karşı adeta savaş açan Derek bir gün arabasını çalmaya çalışan iki siyahiyi öldürür bütün bu olaylara tanık olan kardeş Dany bu olayın şokunu yaşarken polisler gelir ve Derek'i tutuklar.
Bu yaşanan olaylardan Dany abisi hapisteyken abisinin izinden gitmeye karar verir ve abisi çıkmadan çetede önemli bir konuma gelir.3 yılın sonunda Derek hapishaneden çıkınca Dany abisine bu yükeselişini gururla anlatır ancak Derek içeride çok değişmiştir.Derek içeride geçirdiği süre zarfında yaptığının yanlış olduğunu ve hayatını çok boş yaşadığını anlamıştır ve hapishaneden çıkınca tek hedefi kardeşini bu pisliğin içinden çıkarmaktır ancak bu öyle kolay olmayacaktır çünkü çetenin ne Derek'i ne de Dany'i bırakmak gibi niyetleri yoktur.Derek kardeşi ile konuşamk için uğraşır ve en sonunda kardeşine de kendi beslediği duyguları aktarır ve kardeşi de bu işleri bırakmaya karar verir.Dany okulunda ve çetede çok tanınır olmuştur.Korkusuz olan Dany okulda herkesin gözünü korkutmayı başarmıştır.
Dany ertesi gün her şeyi bırakmış bir şekilde okula gider tuvalete girdiğinde ise 3 siyahı onun önüne geçer ve içlerinden birisi hiç konuşmadan silahla Dany'i vururlar ve Dany ölür.Oysa Dany her şeyi bırakmış tam bu düşünce yapısından çıkmışken ölmüştür.İşte Geçmişin Gölgesi gerçekleşmiştir.Derek ise kardeşini bu işlerin içine soktuğu için çok pişman olmuştur ancak artık dönüşü olmayan olaylar gerçekleşmiştir.Dram duygusunu izleyiciye çok hissettiren bu başarılı film izlenilmesi gereken filmlerden birisidir...
The Pianist
Piyanist dram türünde olup 2002 yılında sinema severlerle buluşmuş olup Fransa-Almanya-Polonya ortak yapımıdır.Filmin yönetmen koltuğunda ise Roman Polanski oturmuştur.Filmin başrolünde Wladyslaw Szpilman rolüyle Adrien Brody yer almaktadır.Szpilman Polonyalı çok başarılı bir piyanisttir.II. Dünya savaşında Almanların Polonya'yı işgal etmeleriyle hayatı kabusa döner.Ailesiyle Polonyanın yoksul bölümünde yaşamaktadır ancak yahudi olmaları ailesinin yok olmasına sebebiyet verecektir.Filmin başında aile kendisine yeten bir ailedir hiçbir sıkıntıları yoktur her şey Almanların ülkeyi işgali ile başlar.Yahudilere ölüm saçan Hitlerin ordusu Polonyada'da insanlara kötü zamanlar yaşatmıştır...İlk başlarda işsiz kalır Szpilman durumları iyice kötüleşir orada yaşayan her insan gibi aç susuz yaşamaya başlarlar.O kadar kötü durumdalardır ki kendilerine verilecek her türlü yiyeceğe muhtaçtırlar.Alman askerleriyle kovalamaca başlar,önceleri kimliklerini gizlerler ancak gerek ifşalar gerekse mecburiyetler birçok Yahudinin yakalanmasına neden olmuştur.Bu yahudilerin büyük kısmı katlediliyor bir kısmı da toplama kamplarına götürülüyordu.Bu durumdayken bütün ailesini kaybeden Szpilman'ın koşuşturmacası başlamış olur ve sürekli olarak Alman askerlerinden kaçar.Filmin büyük kısmında bir kaçak gibi kendi ülkesinde Alman askerlerinden kaçmaya çalışır.Ancak ona Wilm Hosenfeld isimli Alman subayı yardım eder ve ona bir ev verir.İçerisinde biraz daha güvendedir evde konserve yiyeceklerle hayatta kalmaya çalışır Szpilman...Evin içerisinde gizli bir bölme vardır ve olası durumda oraya saklanması gibi bütün ihtimalleri düşünmüştür.Bir gün evin içinde sessiz olmaya gayret gösterirken mutfaktaki tabakları düşürür ve karşısındaki yahudi olmayan kadın bundan süphelenir ve sürekli kapıyı çalar,dinler.Szpilman için artık burası da güvenilir değildir ve bir gün kadın kapının önünde beklerken koşarak buradan kaçar,o soğuk kış günlerinde yalnız başına dışarıda kalır ve bir tas sıcak çorbaya muhtaç olur...Bu böyle devam ederken artık dayanamayacak bir vaziyet içerisindedir ve Alman işgali sona ermiştir bunu duyunca üzerindeki ölü bir Alman askerden aldığı mont ile dışarı çıkar ve kendisinin Polonyalı bir yahudi olduğuna inandırır.Çok zorluklar yaşamıştır ancak artık sona ermiştir.Filmin sonunda Szpilman'ı tekrar piyanonun başında görürüz ve o yetenekli elleri ile piyanoyu çalar ve film son bulur...
Film dramı ve çaresizliği çok başarılı bir şekilde izleyiciye geçirmiştir.Özellikle Adrien Brody'nin olağanüstü oyunculuğu ile film farklı bir boyut kazanmıştır ve en iyi erkek oyuncu ödülünü filme kazandırmıştır...Film biyografiktir ve çok başarılı bir şekilde hazırlanmıştır...
26 Aralık 2015 Cumartesi
Million Dollar Baby
2005 yapımı boks filmidir.Ünlü oyuncu olan Clint Eastwood'un hem yönetmen koltuğunda oturup hem de oyuncu olarak görev aldığı bu filmde onun yanında Morgan Freeman ve Hilary Swank vardır.Frankie rolündeki Clint eski bir boksördür ve bir şampiyon yetiştirmektedir.Kendine ait bir salonu vardır ve burada bir çok boksör adayı vardır.Salondaki adaylardan hepsi erkekti ancak bir gün Maggie o salona gelip Frankie'den onu eğitmesini istedi ama spor için çok geç kalmış ve yumruk atmayı bile bilmeyen bu kızla uğraşmak istemeyen Frankie onu defalarca reddetti.Ancak Maggie yılmadı ısrarla salona gidiyordu üstelik bir garson olmasına rağmen salon ücretinin birkaç ayını peşin vermişti ve salonun paraya ihtiyacı olduğu için Frankie bir şey yapamadı.Maggie'ye ilk zamanlar salonun temizlik işleriyle uğraşıp orada yatan ve aynı zamanda eski bir boksör olan Eddie yani Morgan'ın çok yardımı oldu.Maggie'ye yumruk atmasını öğretti.Frankie ise bir dünya şampiyonu yetiştiriyordu ancak yetiştirdiği çocuğa bir ünvan maçı teklifi geldi ancak Frankie bunun erken olduğunu söyleyip reddetti ancak çocuk Frankie'nin onu engellediğini düşünerek Frankie'den ayrıldı.Frankie'nin tüm hayatı alt üst oldu,yıllarca uğraştığı en değerli hazinesi onu terk etmişti.Tam bu esnada Frankie'nin artık onu göreceğini düşünen Maggie daha da hırsla çalışmaya başladı ve çok yok kat etti.Frankie'ye adeta yalvarırcasına bir kez daha ısrar etti ve Frankie daha fazla dayanamayıp birkaç şart koyarak onu hazırlayacağını söyledi ve Maggie bunları hemen kabul etti.Çok kısa sürede çok fazla yol kat ettiler,müsabakalar yaklaşmıştı amatör olarak çıkıyordu pek tabi Maggie.Bu spor için yaşı hiç müsait değildi ancak Maggie neredeyse tüm müsabakalarını ilk raundta knock out ederek galip çıkıyordu.Frankie bu durumdan memnun değildi çünkü Maggie'nin böyle yaparak nefesini kontrol edemediğini ve bir gün dayanması gerektiği bir maçta erkenden düşebilirdi.Ancak içindeki ateşle Maggie'nin kendini dizginlemesi hiç de kolay değildi...Müsabakalar devam ediyor ve Maggie hem para kazanıyor hem de galibiyet sarhoşluğunu yaşamaya devam ediyordu.Sıra amatörde final maçına gelmişti.Bu maçtan sonra amatör sporculuktan kurutlacaktı.Maç normal başladı ancak rakibi gerçekten çok sıkıydı ve Maggie hiç olmadığı kadar zorlanıyordu.Dinlenirken Frankie sürekli taktik veriyordu ancak Maggie'nin çok yorgun olduğunu görüyordu.Bir başka raunda geçilmişti ve bu raundta Maggie rakibini hırpalıyordu,gong sesi geldi raund bitmişti ancak Maggie arkasına döndüğü sırada rakibi Maggie'nin kafasına yumruk attı...Maggie yere düştü ve hemen hastaneye kaldırıldı...Kafasına darbe almıştı ve çok süre sonra uyanmayı başardı ancak vücudunu hissetmiyordu felç olmuştu yanı başında ise sadece Frankie vardı zaten ailesi Maggie'yi hiç sevmiyordu.Daha sonra ailesi de geldi ancak tek dertleri Maggie'nin ölmesi halinde parasını elde etmek istemeleriydi...Maggie onları burada istemediğini söyledi ve Frankie ile duygusal bir konuşma yaşamak için yalnız kaldılar.Frankie'ye onu çok sevdiğini ancak artık hayatını devam ettiremeyeceğini hayata dair her şeyini kaybettiğini söyler ve ondan yapmasını ister...Evet bu acıya dayanamadığını ve Frankie'den makinenin kablolarını çekmesini ister...Buna dayanamasa da bunu yapar ve Maggie ölür...Özellikle final sahnesinin olağanüstü dramatik bir şekilde anlatılması bir çok izleyicinin göz yaşlarını tutamamasına neden olmuştur...Çok başarılı bir şekilde anlatılan bu hikaye bir çok kişinin içine işlemeyi başarabilen ve izlenilmesi gereken bir filmdir...
25 Aralık 2015 Cuma
The Sixth Sense
6. his 1999 ABD yapımı ve Night Shyalaman imzalı gerilim ve dram filmidir...Film Dr. Malcolm yani Bruce Wills'in evinde karısıyla uyumaya hazırlanırken ebeveyn banyosundan çıkan hastasının onu ve kendisini vurmasıyla başlar.Daha sonra aylar sonra yazısı yazar ve Dr. Malcolm çocuk olan Cole yani Haley Joel'in yanına gidip onu tedavi etmek istemesiyle devam eder.Cole'ün hastalığı ölüleri görmesidir ancak bunu ilk başta Dr. Malcolm'den saklar.Doktor Cole'ün evine gider orada oturur Cole eve gelir doktoru görür odasına çıkar.Bir gün bir arkadaşının doğum günü partisine giden Cole orada arkadaşlarının şaka yapması sonucu karanlık bir odaya kapatılır ancak Cole burada kriz geçirir çünkü her zaman yanında gördüğü ölüler de o odadadır ve çok korkmuştur.Hastaneye kaldırılan Cole burada doktor Malcolm ile görüşür ve Malcolm'e güvenince ona dillere pelesenk olmuş o repliği söyler ''Ölü insanlar görüyorum doktor ve onlar ölü olduklarını bilmiyorlar''.Doktorun ilgi alanında olan bu konu için doktor Cole'e yardımcı olmaya çalışır ve sürekli olarak beraber takılmaya başlarlar ancak Cole'ün sorunu halledilecek gibi değildir olaylar böyle devam etmektedir ancak bir kademe kat edilmez.Film içinde gerilimin hat safhaya çıktığı Cole'ün ölüleri gördüğü ve bizim de gördüğümüz sahneler vardır.Film bu şekilde devam ederken filmin sonunda doktor Cole'ün yanından ayrılır ve evine gider.Evde eşinin uyuduğunu ve sayıkladığını gören doktor yanına yaklaşır ve eşini dinler.Eşi ''neden beni terk ettin Malcolm'' diye sayıklar ve o anda elindeki eşinin yüzüğünü düşürür.Yüzüğün kendisinin olduğunu gören doktor hemen eline bakar ve yüzüğünün olmadığını görür işte tam bu esnada şok üstüne şok yaşanır.Doktor telaşla montunu çıkartır ve filmin başında vurulduğu anı hatırlar.Doktor o vurulmada ölmüştür ve o gün bugündür de bunu bilmeden yaşar.İşte tam bu esnada yönetmenin bu çarpıcı gerçeği daha fazla gözüme sokmak için doktor ve Cole'ün ilk konuşmasını ekranlara getirir ve ölü insanlar görüyorum doktor repliği doktorun da ölü olduğunu ve onu sadece Cole'ün gördüğünü anlıyoruz.Cole ölü insanları öldükleri anlardaki halleriyle görür ve doktor karnından vurularak ölmüştür.Montunu da Cole'ün yanında tesadüfi bir şekilde hiç çıkartmamıştır.Doktorun hayatı film şeridi gibi gözünün önünden geçer ve bu sahneden sonra Cole'ün annesiyle arabada olduğu sahneyi izleriz.Cole annesine ölü anneannesiyle yaptığı konuşmaları anlatır.Böylece annesi onun ölüleri gördüğünü ağlayarak anlar çünkü Cole'ün anlattıklarını annesi ve anneannesi dışında herhangi birisinin bilme olasılığı yoktur...Çok çarpıcı bir şekilde yönetilen ve bitirilen bir film gerilim ve sürpriz seven film severlerin mutlaka izlemesi gereken bir filmdir...
The Prestige
Prestij 2006 yapımı Christopher Nolan filmidir.Nolan'ın çok iyi bir yönetmen olduğunu çok başarılı işler yaptığını Inception filminde söylemiştim.Yine olağanüstü bir konu ve yapım...Oyuncu kadrosunun zenginliği filmin başarılı olmasında hiç şüphesiz oldukça fazla.Huge Jackman,Christian Bale,Michael Klain ve güzeller güzeli Scarlett johansson gibi oyuncuları barındıran filmin türü gerilim,dram,fantastik üçlüsünden oluşmaktadır.Filmin konusu 19.yy sonlarında Londra'da Robert Angier eşi Julia ve Alfred Borden arasında başlamaktadır.Bunlar hem 3 yakın arkadaştırlar hem de bir sihirbazın asistanıdırlar.Bir gösteri esnasında Alfred'in (Christian Bale) Julia'nın eline yanlış bir düğüm atması sonucu kız gösteri havuzundan çıkamaz ve ölür.Bu olay pek tabi Alfred ve Robert'ın arasını açar.Robert eşi Julia'nın ölümünden Alfred'i sorumlu tutar,Julia'nın ölümünden sonra defalarca Alfred'e hangi düğümü attığını sorar ancak Alfred her defasında hatırlamadığını söyler ve bu cevaba Robert çok sinirlenir ve düşman olurlar.Zamanla her ikisi de çok ünlü olurlar ve birbirlerinin en büyük rakipleri olurlar.Her ikisi de birbirlerinin sahnelerini sabote etmek için uğraşırlar ve seyircileri çekmek için yeni sihirbazlık numaraları bulmaya çalışırlar.Ancak Alfred öyle bir numara bulur ki Robert'ın eli ayağı bağlanır adeta ve bu numarayı nasıl yaptığını bulmak için sürekli o numarayı düşünür.Alfred'in numarası ise sahnede iki tane kapı vardır ve Alfred topu bir kapının önünden diğer kapıya yere vurarak fırlatır ve kapıyı kapatıp içine girerken diğer kapıdan çıkıp o topu yakalar.Robert bu numarayı yapabilmek için bir tane dublör bulur ve onunla bu numarayı yapar seyirci de etkilenir.Robert'ın dublörü diğer kapının içinde bekler robert topu atar ve dublörü çıkıp alır. Alfred kendi numarasını kimsenin yapamayacağını bildiği için bunun dublörle olduğunu anlari dublörü bulur ve Robert'ın oyununu bozar.Robert bunun için dönemin en önemli fizikçisinden bir şey öğrenir o da kendisinden bir tane daha yapması böylece Alfred'in oyunundan daha büyük bir oyun gerçekleştirir ve bir gün Alfred'in farklı bir tiple oyununa katıldığını görür onu sahneye çağırır ve ellerini bağlamasını ister ancak yine kendisinden bir tane yapar ortadan kaybolur ve sahnedeki Robert ölür bunun sorumlusu olarak da Alfred de ölüm cezasına çarptırılır ve ölür...Ancak filmin sonunda Robert ortaya çıkar ve Alfred onu yakalayıp öldürür.İşte tam bu noktada Alfred'in büyük hilesini izleyici öğrenir Alfred'in bir ikizi vardır ve tüm hayatını bu oyun için planlamıştır.Kimseye ikiz olduklarını söylemezler ve bütün o numaralarında hep ikizi vardır bunun için aynı kadınla evli olup aynı kadınla sevgili olmak zorunda kalırlar.Robert'ın eşinin ölmesi sonucu Alfred'in devamlı olarak bilmiyorum demesinin sebebi budur...Filmin sonunu çok iyi yapan Nolan filmin çok iyi bir şekilde bitmesini sağlıyor...Sonları şoke eden filmelere bayılan film severlerin muhakkak izlemesi gereken bir filmdir...Filmde aşk sevgi dram sürpriz heyecan gibi duyguların hepsini barındıran film çok etkileyici ve çok başarılıdır...
23 Aralık 2015 Çarşamba
Pi'nin Yaşamı
Pi'nin yaşamı 2012 yapımı bir Amerikan filmidir ancak oyuncu kadrosu Hindistanlılardan oluşmaktadır.Pi'nin yaşamı macera ve dram türünde olup Hindistan'dan ABD'ye giden bir yolcu gemisinin batması ve Pasifik okyanusunda tek başına kalan bir can kurtaran filikasında geçmektedir.Pi akıllı ve maceracı bir gençtir.Babası bir sirk sahibidir ve birçok farklı hayvan barındırmaktadır.Pi ise o hayvanlardan en vahşisi olan Richard Parker adında olan bir Bengal kaplanına yoğun bir ilgi beslemektedir...Hindistan'dan ABD'ye gitmeye karar veren Pi ve ailesi gemide yolculuğa devam ederken talihsiz bir kaza yaşanır ve gemi batar Pi bu kazadan sağ çıkmayı başarmıştır ancak tüm ailesini o gemide kaybetmiştir.Batan gemide Pasifik okyanusunda yüzerek bir can kurtaran filikasına çıkmayı başaran Pi içindeki mürettebatı görünce çok şaşırır çünkü bu filikada bir sırtlan , krıık bacaklı bir zebra , bir orangutan ve bir de Richard Parker yani Bengal kaplanı bulunmaktadır.Pi ilk başta kaplanı fark etmez oradaki sırtlandan korkar ve filikanın üst kısmına çıkarak sırtlandan korunmaya çalışır çünkü sırtlan oraya çıkmayı başaramaz.Böyle bir süre devam eder ancak sırtlan acıkınca ilk olarak en savunmasız olan kırık bacaklı zebrayı öldürür ve onu yemeye başlar aradan süre geçtikten sonra orangutanı gözüne kestirir ancak Pi orangutanı çok seviyordur ve kurtarmaya çalışır.Orangutana hamle yapan sırtlan orangutanın karşı savunmasıyla sersemler ancak orangutanı öldürmeyi başarır.Bu duruma sinirlenen Pi sırtlan ile filikada tek başına kaldığını düşünür ve onunla savaşmaya karar verir.Tam da bu sırada sırtlanın üzerine atlayan Richard Parker onu öldürür ve Pi'ye döner bunu gören Pi can havliyle denize atlar ve kaplandan kurtulmanın yollarını arar ancak böyle yapamayacaktır.Bu nedenle kendine yardımcı olabilecek bir şeyler arar ve tesadüfen filikanın erzak bölümüne ulaşıp hayatta kalma yolunu sağlamanın ilk adımını atmıştır.Önce kendisine denizde kalabilmek için bir yer hazırlar ve onu denize atar.Böylece vahşi ve büyük Pasifik okyanusunda 300 kiloluk bir Bengal kaplanı ile yalnız başına kalmıştır.Filmin bu anından sonlarına kadar Pi'nin hayatta kalması ve Richard Parker'ı eğitmeye çalışmasını izleriz.Pi bunu başarır ve kaplan ile arkadaş olabilmeyi başarır ve artık ondan zarar gelmeyeceğini anlayınca bu okyanustan kurtulmanın yollarını arar ve bir şekilde hayatta kalmayı başararak bir adaya çıkar.Bu adada Richard Parker Pi'den ayrılır ve giderken son bir kere teşekkür edercesine Pi'ye bakar...Pi artık yalnız kalmıştır ancak bu adadan kurtulması gerekmektedir çünkü bu adada metafizik öğeler Pi'yi adaya bağımlı yapmaya başlamıştır.Pi bu adadan zor da olsa ayrılır ve hayatta kalarak medeniyete ulaşır.Hasta bir vaziyette bulunan Pi hastaneye kaldırılır bu olayın nasıl olduğunu öğrenmek için müfettişler Pi'yi sorguya çekerler tüm her şeyi olduğu gibi anlatan Pi'ye hiç kimse inanmaz ve Pi rahat bırakmaları için onların inanacakları bir hikaye uydurur ve müfettişler giderler...Bu sahneden sonra Pi'yi orta yaşlı halinde görürüz ve öğüt içeren cümleleri ile film son bulur... Pi'nin yaşamı kesinlikle yaşanmış bir olay olduğunu izleyiciye hissettiri ve özellikle kullanılan görüntü teknikleri ile bir çok ödülü kazanmasını bilir...
50 İlk Öpücük
2004 yılında Peter Segal tarafından vizyonlara giren 50 İlk Öpücük romatik komedi türünde olup bir adamın sevdiği kadın için yaptığı fedakarlığı anlatır.Başrolde Adam Sandler ve Drew Barrymore'un rol aldığı 50 İlk Öpücük kimi zaman eğlenceli kimi zaman romantik kimi zaman dram kimi zamanda mutluluk duygularını izleyiciye geçirmeye başlayan başarılı bir filmdir.Adam Sandler yani Henry gününü gün eden çapkın birisidir.Çapkın olduğu kadar yakışıklı ve sempatik olan Henry güzelliğiyle filme damgasını vuran Lucy'den çok hoşlanır ve onu etkilemeyi başarır.Lucy ile birlikte olmanın yolunu ilk günden yakalayan Henry ertesi gün aynı tanıştıkları yere gider çünkü Lucy ile irtibat haline gidebileceği tek yer orasıdır ancak Lucy Henry'i tanımaz...Çünkü Lucy kısa süreli hafıza kaybı yaşamaktadır ve her gün yaşadıklarını unutur. Bunun sebebi doğum gününde yaptığı kazadır.O kazada hafızasını kaybeden Lucy her günü o gün zanneder ve ona göre hayatını devam ettirir.Bunu sağlayabilmesi için kardeşi ve babasının katkısı çok fazladır çünkü her gün kaza yaptığı günün gazetesini çıkartırlar o gün izleyecekleri maçı izlerler akşam da doğum gününü kutlarlar.Yani Lucy her gününü kaza günü olan doğum gününe göre yaşar.Bu durumdan habersiz olan Henry, Lucy'nin bu durumuna yani Lucy'nin onu tanımamasına çok şaşırır ve tanıştıkları yerdeki garsonun ona gerçekleri anlatmasıyla tabiri caizse yıkılır.Henry Lucy'i gerçekten çok sevmiştir ve onu elde etmek için her şeyi yapmaya hazırdır ve her gün Lucy ile bağlantıya geçip onunla sevgili olmaya çalışır.Bu durum çok kolay olmaz ancak Henry bunu her gün başarmasını bilir.İşin üzücü yanı ise Lucy bu hastalığını bildiği gün ağlar,üzülür ancak ertesi gün yine hiçbir şey hatırlamaz.Filmin çok büyük kısmı Henry'nin Lucy'i tavlamasını içerir.Her gün öpüşürler ve her öpüşmelerini Lucy ilk öpücük o kadar algılar yani Henry durumu açıklasa bile Lucy bunu ilk kez yaşıyormuş gibi hisseder.Film de adını bu ilk öpücüklerden alır...Filmin sonuna doğru Henry ve Lucy evlenir ancak Lucy bunların hiç farkında değildir.Henry ile beraber uyudukları bir günün sabahında yanında tanımadığı birinin yattığını gören Lucy Henry'e saldırır.Bu duruma alışık olan Henry Lucy için hazırladığı kısa bir filmi Lucy'ye izletir ve bu durumu gören Lucy ağlar ve sevgilisine koşar...Bu durumun her gün yaşanacağını bilmek biz izleyicileri üzerken Henry'nin fedakarlığı mutlu eder ve işte tam da bu noktada film bizi içine almıştır...50 İlk Öpücük sıradışı konusuyla çok farklı bir aşk filmidir ve duyguyu izleyicisine geçirmeyi çok iyi başarmıştır...
22 Aralık 2015 Salı
Not Defteri
Romandan uyarlanan bir film daha ''Notdefteri''. Nicholas Spark'ın The Notebook adlı romanından uyarlanmış olup bir aşkın gerek eğlenceli anını gerekse hüzünlü anını Nick Cassavetes aracılığıyla biz sinema severlerle buluşan filmdir.2004 yılında sinema severlerle buluşan bu eşsiz aşk filmi onlarca ödül sahibidir.Film yaşlılar için yapılmış bir bakım evinde yaşayan ve etrafındaki kişiler tarafından Duke diye anılan yaşlı bir adamın elinde tuttuğu eski bir defterden bir aşk hikayesini okumasıyla başlar ve olaylar genç bir kız olan Allie Hammilton ve Noah Calhoun arasında zuhur eder.Olay 1940 yılında Güney Carolina'da yaşanır.Allie zengin bir ailenin tek kızıdır ve çok kültürlü,çok başarılı ailesinin çok fazla şey beklediği ama bir o kadar hayatından bıkmış ve heyecan arayan genç ve alımlı bir kızdır.Noah ise fakir ancak hırslı ve korkusuz yakışıklı bir gençtir.Allie, her yaz geldiği gibi yine Güney Carolina'ya tatile gelmiştir ancak tatilde bile ailesinin zorladığı eğitimlerle mücadele etmektedir tam da bir akşam eğlenmek için dışarı çıktığında Noah ile karşılaşır.Noah çok beğendiği bu kızı tavlamak için her türlü şeyi yapar ve bir süre sonra Noah ve Allie sevgili olurlar.Filmin bu noktasından ortasına kadar Allie ve Noah'ın eğlenceli günlerini izleriz.Allie'nin ailesi kendileriyle tanışan Noah'ı hiç beğenmezler ancak nasılsa bir yaz aşkıdır diyerek üstüne düşmezler.Noah'ın Allie'i eve bırakmayı unuttuğu bir gün Allie'nin babası Noah için aşağılayıcı laflar ettiğini duyan Noah tabiri caizse davulun dengi dengine çaldığını fark eder ve Allie ile o gece tartışırlar.Filmin devamında Allie tatil için geldiği buradan ailesinin zoruyla erkenden götürülür ve Noah tam bir yıl boyunca her gün Allie'e mektup yollar ancak hiçbirine gelen tek bir cevap yoktur.Noah üzüntü içerisindeyken 2. Dünya savaşına asker olarak alınır aradan geçen yıllar iki tarafı da değiştirmiştir.Amerika sokaklarında umarsızca dolaşan Noah hayatın ona yaptığı bir sürprizle Allie'yi görür ancak Allie yalnız değildir yanında nişanlısı vardır. Güney Carolina'ya dönen Noah babasının ölümü üzerine evlerini satar ve askerden aldığı parayı da kullanarak Allie ile hayalini kurduğu çok körü bir durumda olan o köşkü aynı Allie'nin istediği gibi yapar ve gazeteye ilan vererek satışa çıkartır ancak asla satmaz bu haberleri gören Allie gelinlik provasındayken bayılır.Kendine geldiğinde kendisine engel olamaz ve Noah'ın karşısına hiçbir şey olmamış gibi çıkar bu duruma çok şaşıran Noah Allie'yi alıp eşsiz güzellikteki göle götürür.Gölden dönünce Allie ve Noah arasındaki aşk yeniden alevlenir ve Allie 3 gün boyunca Noah'ın yanında kalır ancak Allie'nin yapması gereken bir tercih vardır çünkü evlenmeyi bekleyen bir nişanlısı vardır...Bu sırada Duke lakaplı yaşlı amca bu kitabı sürekli hafıza kaybı yaşayan bir kadına okumaktadır.Yaşlı kadın bu kitabın sonunu çok merak eder ve Duke anlatmaya devam eder...Allie nişanlısıyla konuşmadan önce annesi gelir ve annesi Noah'ın 1 yıl boyunca her gün mektup yolladığını Allie'ye itiraf eder ve Allie kararını vermiştir ancak bu kararını nişanlısına açıklayabilecek kadar da koca yüreklidir.Allie elinde bir çantasıyla Noah'ın yanına gelir ve evlenir çocuk sahibi olurlar.Filmin burada biteceğini düşünürken tekrar yaşlı bakımevini görürüz.Yaşlı kadın Duke defteri okumayı bitirdiğinde ağlamaya başlar ve ''Aşkım bu bizdik seni seviyorum Noah''der ve öpüşürler ardından yaşlı Allie tekrar unutması için ne kadar zamanlarının kaldığını sorar ve Noah' ''bilmiyorum geçen sefer 5 dakikaydı'' verir ve o gece beraber uyurlar...Film de tam bu noktada biter...Bizlere bir aşkı çok fazla işleyebilmeyi başaran bu film benim nezdimde en iyi aşk filmidir...
21 Aralık 2015 Pazartesi
Başlangıç
Christopher Nolan'ın en değerli filmlerinden olan Başlangıç bilimkurgu türünde olup 2010 yılında biz sinemaseverlerle buluştu.Nolan'ın yaratıcı zekasını iliklerimize kadar hissettiğimiz filmde oyunculuğuyla fark yaratan Leonardo Dicaprio başrol oyuncusu olarak karşımıza çıkmıştı.Film olağanüstü bir zeka ile yazılıp yönetilmiş.Rüya üzerine kurulu başka bir film bu kadar sizi içine çekemezdi ki bunun böyle olmasında oyuncu kadrosunun,yönetmenin ve kulaklarımızın pasını her filmde silen Hans Zimmer'in etkisi çok fazladır.Bizlere rüyalara girerek fikir çalmanın mümkün olabileceğini göstererek başlayan filmin devamında ailesinden uzakta olan Cobb'un yani Leonardo'nun ülkesi olan Amerika'ya girmesinin yolunu açan bir teklifle devam eder.Bu teklif Cobb'un hayatında en çok istediği şeyin olmasını sağlayacakken yapılması imkansıza yakındır.Bir rüyaya girip oradan zor da olsa bir fikir çalabilirsiniz ama oraya bir fikir yerleştirmek...İşte Cobb ve takımından istenilen tam olarak da buydu.Bu teklifi yapan Saito en güçlü rakibi olan şirketin yaşlı sahibinin ölmesini fırsat bilerek oğlunun kafasına babasının kurduğu imparatorluğu yok etme fikrinin yerleştirilmesini istemiştir.Ancak bunun olması için rüya içinde rüyaya ve tekrar onun içinde başka rüyalara girilmesi gerekiyordu.Bunun imkansız olduğunu düşünmeyen tek kişi Cobb'du çünkü o da kaybettiği eşiyle rüya içinde rüyaya girmeyi başarmıştı.Bunu gerçekleştirmek için yeni ve daha sağlam bir takım kuran Cobb bunu gerçekleştirmek üzere harekete geçti.Bunun için de Saito'nun rakibi olan firmanın veliahtıyla aynı ortamda bulunup onu uyutmaları gerekiyordu ve bunun için de uçak ile 10 saat süren ve bu veliahtın sürekli kullandığı uçuşta onun yanında yer aldılar.Bir şekilde bunu sağladılar ve rüya içinde rüya başladı.Nolan'ın görsel efektlerden ödün vermediği bu eşsiz filmde kurgu gerçekten hat safhada.Geniş oyuncu kadrosu izleyiciye istediği her şeyi verebilmeyi sağlayarak filmden bir saniye bile sıkılmayı imkansız hale getiriyor.İzleyicinin aradığı bütün duyguları taşıyan filmde aksiyon sahnelerinde dram sahnelerine her şey barınıyor...Rüya içinde rüya gerçekleşirken Fikir yerleştirmeyi sağlayabilen Cobb ve ekibi Saito'nun vaadi olan ABD'ye girişi ve yüklü miktarda parayı alıyorlar.Filmin sonunda çocuklarına kavuştukları anda çalan Hans Zimmer'in olağanüstü duygu yüklü Time size bu dünyadan olmadığınızı hissettirmeyi başarıyor...Filmde kullanılan her türlü obje nesne müzik replik filme çok iyi yerleştirilmiş.Oscardan 4 ödülle dönen İnception tüm dünyaya bir baş yapıt olduğunu göstermiştir...
20 Aralık 2015 Pazar
Yüzüklerin Efendisi
John Ronald Reuel Tolkien'in ölümsüz,yüzyıllarca unutulmayacak olan eserinin Peter Jackson tarafından ele alınmasıyla ortaya çıkan sinemanın bize eşsiz hediyesi olan filmdir.Dünya ikiye ayrılır konu Yüzüklerin Efendisi olunca, bu filmi izleyenler ve izlemeyenler...Yüzüklerin Efendisi bir üçleme olup fantastik bir macera konusuna sahiptir.Karanlık lord Sauron'un kayıp yüzüğü genç hobbit olan Frodo'ya geçmiştir ve Frodo yüzüğün kendisine geçmesiyle hiç istemese de kendisini çok zorlu bir görev içerisinde bulur.Bu görev yüzüğün yapıldığı yere atılması ve dünyaya hükmetmek üzere olan kötülüğün sonsuza dek yok edilmesidir.Bunun yerine getirilmesi için 9 tane yüzük kardeşi Ayrıkvadiden ayrılıp yüzüğün yapıldığı yer olan Mordor'a gitmeye başlarlar.Ancak bu iş hiç göründüğü kadar kolay değildir.Hem Sauron'un hem de taraf değiştiren Saruman'ın tüm güçleri bu 9 yüzük kardeşini hedef almıştır.Daha sonra kayıplar vererek bu kardeşlik dağılır.Frodo Sam ile birlikte kendi kaderini çizip Mordor'a giderken kalan kardeşlik üyeleri Sauron ve Sarumanın güçleriyle mücadele ederler.İkinci filmde ise Aragorn Legolas ve Gimli Rohan'ı savunmak için Rohana yardıma giderler orada Isengard ile Rohan arasındaki savaş patlak verir.Savaş sabaha kadar devam eder ve tüm umutlar tükenmişken Gandalf 5. günün sabahında Rohan'a yardıma gelir ve yanında koca bir Rohirrim ordusu ile böylece Sarıman'ın yolladığı orda telef olur ve Rohan bu savaştan galip çıkmıştır.Diğer yandan da Entler birliği Isengard'ı yok eder ve Saruman kulesinde saklanmak zorunda kalır ve 3. filmin başında da Saruman ölür. Üçüncü filmde ise krallığa geçen Aragorn önderliğinde Gondor'u savunan kardeşlik tüm dünyanın en önemli savaşını verir ve Frodo'ya bir şans yaratmak için Mordor'un kara kapılarının önüne var olan tüm güçleriyle giderler.Tüm her şeyi izleyen göz bütün odağını kara kapılara çevirince Frodo zorla da olsa yüzüğün yok olmasını sağlar ve kötülük yok olur.Toplamda 17 dalda ödül kazanan bu üçleme kesinlikle sinema tarihinin zirve anlarından bir tanesidir.Bazı filmler yeterince kişiye hitap etmeyebilirken Yüzüklerin Efendisi içerisinde dram da barındırır aşk da barındırır kardeşlik de barındırır sevgi de barındırır iyilik de barındırır kötülük de barındırır savaş da barındırır ölüm de barındırır yaşam da barındırır...Kısaca Yüzüklerin Efendisi film gibi filmdir...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)